GüncelMakaleler

DÜNYA-GÜNCEL | “Emperyalist Çıkar Savaşlara Karşı Anti-Emperyalist Mücadeleyi Büyütelim”

"Emperyalist haksız savaşların kaynaklık ettiği; işsizliğe, sefalete, açlığa ve kitlesel göçlere sebep olan bu sömürücü ve gerici saldırganlığa karşı; anti-emperyalist mücadeleyi sokaklarda büyütelim"

Rusya-Ukrayna savaşı, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından kurulan dünya düzenini yeniden şekillendiriyor.

Ekonomik, politik krizler peşi sıra geliyor. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girme talebi; bir yandan, NATO sınırlarını ve etki alanlarını genişletecek, diğer yandan emperyalist bloklar arasındaki çelişkiyi daha da keskinleştirecek.

Tarihsel varlığını devrimci, sosyalist, komünist, Ermeni ve Kürt düşmanlığı üzerine kuran faşist diktatörlük; İsveç ve Finlandiya’nın bu talebine karşı, veto kartını göstererek “İskandinav ülkeleri terör örgütlerinin adeta misafirhanesi gibi” diyerek şantaj yapmaya devam ediyor.

  1. yüzyılın en zorba halk düşmanı olan R.T.Erdoğan bu şark kurnazlığıyla, klasik çelişkileri kullanarak; sürgünde yaşamak zorunda bırakılmış birçok demokrat, devrimci, sosyalist aydın ve yazarı faşist politikasına pazarlık konusu yapmaya çalışıyor. Diğer yandan da emperyalist efendilerinden taviz koparmak için kendi siyaset tarzına rıza göstermek istiyor.

İçinde bulunduğumuz son 30 yılın bölgesel olarak devam eden ve giderek dünya coğrafyalarına yayılan, haksız emperyalist savaşların tamamı ezilen halklara, mazlum uluslara ve işçi sınıfına sefalet ve felaket getirdi. Afganistan, Irak, Yugoslavya, Libya ve Suriye’de bu durumu yaşadık ve gördük.

Bugün Rusya’nın Ukrayna işgal savaşında da farklı bir durumla karşılaşmayacağımız açıktır. Bu nedenle; haksız emperyalist savaşlar kitleleri doğrudan etkiliyor. Savaşın ekonomik, politik ve psikolojik baskıları, kitlelerin birebir yaşadığı günlük sorunlar haline geliyor. Nasıl ki, “İkinci Dünya” Savaşı’nın ardından Avrupa’da coğrafyasında yaşanan yoksulluk, gıda kıtlığı ve yüksek enflasyonla kitleler cendere altına alındıysa, bugün de egemenler aynı yaptırımlarla yola devam ediyorlar. Halklar cephesinde çağ değişse de sonuçlar değişmiyor.

İçinde geçtiğimiz zaman diliminde, mevcut pandemi süreci ve Rusya-Ukrayna savaşı kitleleri yoksullaştırırken, emperyalist tekelleri daha da güçlendirdi ve büyüttü. Bu konuda, Oxfam’ın araştırmaları ve açıklamaları bu gerçeğin altını çiziyor. Verilere göre Almanya’da, en zengin 10 kişi, pandeminin başından bu yana sermayelerini, 144 milyar dolardan 256 milyar dolara çıkarmış bulunuyor. Bu devasa rakamlar, Almanya’da 33 milyon kişinin toplam servetine denk geliyor. Zenginler cephesinde tablo böyle.

Ezilen yoksul halklar ve işçi sınıfının gündeminde olan ise gıda kıtlığı ve zamlar yer alıyor. Örneğin ayçiçek yağı ve un gibi temel besin maddelere erişim zorluğu halen devam ediyor. Tüm ürünlere yapılan zamla birlikte gelir eşitsizliğini derinleştiriyor. Bu sebeple Almanya’da Nisan ayında açıklanan enflasyon yüzde 7.4 ile son 41 yılın en yüksek seviyesine yükselmiş bulunuyor. Gıda fiyatlarındaki enflasyon yüzde 6 en yüksek fiyat artışları yüzde 8.3 ile sebzede, yüzde 6.3 ile süt ürünleri ve tereyağında gerçekleşti.

Hizmet sektöründe yüzde 2.9 ısınma masraflarını içermeyen net kirada ise yüzde 1.4’lük artış kaydedildi. Artan enerji fiyatları da yüzde 18.3 olanında artış oldu. Araçlarda kullanılan yakıtlarda yüzde 24.8 akaryakıtta yüzde 51.9 doğal gazda yüzde 32.2 ve elektrikte yüzde 11.1’lik fiyat artışı gerçekleşti. Buna paralel olarak yoksulluk oranı giderek artıyor. Dünyanın zengin ülkeleri arasında yer alan Almanya’da pandemi salgının yoğun yaşandığı 2021 yılında, yoksulluk oranı yüzde 16.1 olarak kayıtlara geçti.

Bu rakam her gün yükseliyor. Bu göstergeler 1962 yılından bu yana kaydedilen en yüksek rakamlar olarak kayıtlara geçmiş bulunuyor. Yine 53 ülke ve bölgede yaklaşık 193 milyon insanın gıda kıtlığından dolayı açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğu, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) raporunda yer almaktadır. Ayrıca Ukrayna’da devam eden savaş nedeniyle bu yıl tahıl ekimi yapılıp yapılamayacağı belirsizliğini koruyor.

Bunun yanı sıra AB ülkelerinin yaptırımları nedeniyle, Rusya’nın tahıl ihracatı yapıp yapamayacağı da bilinmiyor. Dünyanın arpa ihtiyacının yüzde 19’unu, buğdayın yüzde 14’ünü mısırın ise, yüzde 4’ünü Ukrayna ve Rusya tarafından karşılanıyor. Dünyadaki toplam tahıl ihracatının üçte birinden fazlası bu iki ülke tarafından yapılıyor.

Diğer önemli bir konu da, Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte, yerinden ve yurdundan zorla göçertilen, Ukraynalı savaş mağduru göçmenlerdir. Federal Göç ve Mülteciler Dairesi, geçen 28 Şubat ‘tan Nisan ayı sonuna kadar Ukrayna’dan Almanya’ya gelen 610 bin 168 kişinin kaydının yapıldığını ve bunların yüzde 69’unun kadın yüzde 40’ınıysa çocuklar olduğu açıkladı. Ayrıca Ukrayna’dan gelen göçmenlere hemen oturma, iş ve ev hakkı veriliyor. İnsanca bir yaşam sürmeleri için, zorunlu olan bu haklardan yararlanmaları olması gereken bir durumdur. Bu noktada başta Almanya olmak üzere, diğer AB ülkeleri; Afganistan, Afrika, Suriye ve Kürdistan’dan gelen göçmen halklara karşı ırkçı ve ayrımcı bir politika izlemektedirler. Bu ülkelerde gelen mülteci göçmenler, halen sınır dışı kamplarında bekletilmeye devam ediliyor.

Yaşanan bu insanlık trajedisine karşı, göçmen halkları karşı karşıya getirmek ve yarıştırmak yanlış ve şoven bir tavırdır. Oysa Ukrayna’dan gelen göçmenlere verilen haklar, tüm göçmenlere verilmesini savunmaktır. Her bireyin eşit haklara sahip olması temel insan hakkıdır. Göçmen hak ve özgürlükleri bu temelde üzerinde savunulmalı ve eşit hakları kazanma mücadelesi verilmelidir.

Sonuç olarak, günümüzün kapitalist-emperyalist barbar sistemi, insanlığa reva gördüğü yaşam bu bütünsellik içinde devam ediyor. Kuşkusuz bu durum insanlık için bir kader değildir. Bilakis sınıf bilinçli örgüt ve kurumlara daha çok sorumluluk yüklemektedir. Bundan dolayı kitlelere bilinç taşıma ve önderlik etme görevi; birinci derecede sınıf bilinçli kurumlarındır. Tersi durumda, kitleler sınıf bilinçli olarak doğsaydı zaten mevcut sorunlara karşı kendi çözümlerini üretirlerdi. Ve bu zulüme son verir; sistemin dayattığı uysal köleliğe karşı seslerini daha yüksek bir şekilde dile getirirlerdi. Fakat günümüz de kitlelerin içinde bulunduğu durum böyle değil.

Oysa tarihsel tecrübe ve öğretilere baktığımızda, kitlelere verilen bilinç ve yapılan doğru bir önderlikle birlikte, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılmasında, kitlelerin kahramanca verdikleri mücadeleye tarih tanık olmuştur. Bu gerçekler ışığında, içinde geçtiğimiz anın çelişki ve sorunlarına karşı, tüm devrimci ve demokratik kurumlara önemli görevler yüklüyor. Bu nedenle, sokaklarda kitlelerin sesi olmak istiyorsak, mevcut sorunlara siyasal çözümler üretmek için kısa, orta ve uzun vadeli kampanyalar örgütlenmelidir. Bu çalışmalar bütün anti-emperyalist kurum ve kuruluşlar dahil edilerek yapılmalıdır.

Bunlar yapıldığı oranda kitlelere umut verilerek güven kazanılır. Bu anlamda, yüzümüzü sokağa dönmeliyiz. Ve emperyalist haksız savaşların kaynaklık ettiği; işsizliğe, sefalete, açlığa ve kitlesel göçlere sebep olan bu sömürücü ve gerici saldırganlığa karşı; anti-emperyalist mücadeleyi sokaklarda büyütelim.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu