GüncelMakaleler

TARİHİMİZDEN KESİTLER-2 | “O, Kararlıdır ve Devrimi Gerçekleştirmeye Adaydır”

Proletarya partisinin istediğimiz yerde olmaması, onun kararlılığına gölge düşürmez. O, kararlıdır ve devrimi gerçekleştirmeye adaydır.

Açıklama: Proletarya partisinin ellinci mücadele yılı vesilesiyle bir dizi röportaj gerçekleştirdik/gerçekleştiriyoruz. Her bir röportaj bir döneme ışık tutacak içerikte. Böylece elli yıllık mücadele tarihinin deneyimini okurlarımızla paylaşmayı hedefliyoruz.

Röportajlardan ikincisini sunuyoruz.

– Öncelikle röportajı yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkürlerimizi sunuyoruz.

– Asıl ben teşekkür ederim böyle bir fırsatı verdiğiniz için.

– Kendinizi tanıtır mısınız?

– 1960 yılında Dersim’de dünyaya geldim. Babamın işinden kaynaklı küçük yaşlarda İstanbul’a göç etmişiz. Çocukluğum ve gençliğim bu şehirde geçti. Okula da İstanbul’da başladım. Bu şehirde devrimci fikirlerle tanışıp devrimci oldum ve bu şehirde yakalandım.

– Kaypakkaya’nın düşünceleri ve partisi ile hangi tarihte tanıştınız?

– Proletarya partisi ile 1976 yılında tanıştım. O tarihte Maltepe’de oturuyorduk. Kahvede oturmuş çay içiyorduk, o sırada içeri İsmail Hanoğlu ve Hayrettin Bakış girdi. Bir süre sonra Hayrettin beni İsmail’le tanıştırıp benimle ilgilenmesini söyledi. O tanışıklıktan bugüne kadar proletarya partisi ile ilişkim hiç kopmadı. Aktif olarak faaliyet içinde oldum.

– İsmail Hanoğlu’nu nasıl hatırlıyorsunuz?

– İsmail katledildikten sonra Tokatlı olduğunu öğrendim. İsmail bir parti militanı olarak örnek bir devrimci idi. Kararlıydı. Onu her yerde görmek mümkündü. Bir yürüyüşün güvenliğini alırken ya da gecekondularda halka yardım ederken görebilirdiniz. Çok mütevaziydi. Korkusuzdu. Silahsız dolaştığı görülmemiştir. Bilindiği gibi azılı bir faşisti cezalandırma eyleminde kaybettik onu. Bu vesileyle anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum.

– İlk faaliyetleriniz hangi alandaydı?

– İlk faaliyetlerim semt ve gençlik alanında oldu. Semt ve gençlikte faaliyet yürütmeden önce semtimizde oluşturulan bir eğitim komitesi içinde yer aldım. Ben proletarya partisi saflarında önceden bir araştırma yaparak yer almadım. İsmail’le tanıştıktan sonra, devrimcilik nedir, kime karşı mücadele ediyoruz, nasıl hareket etmemiz gerekir, disiplin, illegalite vb. konularında eğitim çalışmalarımız oldu. Bu eğitim çalışmalarının bazılarını İsmail, diğer bazılarını ise başka yoldaşlar veriyordu. Bu çalışmalarda okumaya olan ilgim artmaya başladı.

Süreç içinde Kaypakkaya yoldaşın görüşlerini öğrenmeye başladık. Fakat bu görüşleri kavramak ve bilince çıkarmak için bir alt yapı gerekiyordu. Bundan yoksun olduğum için Kaypakkaya yoldaşı anlamak pek de kolay olmuyordu. Keza bugün dahi Kaypakkaya’yı bütünlüklü kavradığımızı söyleyemeyiz. Kaypakkaya yoldaşta çok derin bir felsefi bakış açısı var. Tarih bilgisi açısından yetkin ve hakim olduğu için onu bütünlüklü kavramanın yolu MLM’yi bilmekten geçiyor.

Dediğim gibi benim ilk faaliyetim semt çalışması içinde yer almak oldu. Duvarlara yazı yazma, aile ziyaretleri, yürüyüşlere katılma vb. Daha sonra sanırım 1977 yılında gençlikle tanıştırıldım. Okuduğumuz okulda gençleri örgütleme faaliyetlerimiz oldu.

– İlk ciddi pratik faaliyetinizden söz etseniz neden örnek verirsiniz?

– İlk ciddi pratik faaliyetim 1977 yılında 1 Mayıs Mahallesi’ndeki gecekondu işgalinde polisin saldırmasıyla yaşadıklarımdır. 12 insanın katledildiği bu direniş herkese çok şey öğretti. Bu direnişe önceden hazırlanarak katıldığımı söyleyemem. Yoldaşların bu yönlü bir hazırlığının olduğu daha sonraki süreçlerde oraya çıktı. Fakat ben kendimi bir çatışmanın içinde buldum.

Her şey olup bittikten sonra bu olay bende farklı bir bilinç oluşturdu. O güne kadar devlet ve devletin niteliği, devleti nasıl ve hangi yolla yıkılması gerektiği vb. konularında aldığımız eğitimin pratikteki karşılığı bir bilinç oluşturdu bende.  Silaha olan sempatimi artırdı. Nitekim proletarya partisi de bu yönlü bir gözlem içinde bulunmuş olacak ki, yeteneğimin daha da gelişmesi için beni özel bir eğitime tabi tuttu. 1979 yılından 1980 yılına kadar ki faaliyetlerim bu yönlü oldu.

Sorumlum olan yoldaş bir gün geldi ve bundan sonraki faaliyetlerimin ordu alanında olacağını, bunun için bir randevu belirlediklerini söyledi ve bir not verdi. “Her şey notta yazıyor” dedi. Çok büyük bir heyecanla açıp okudum. Tabi şimdi gün, yer ve saatini hatırlamıyorum ancak bir tren istasyonuydu, bunu çok iyi hatırlıyorum. Notta benim elime Hürriyet gazetesini almamı, gelen yoldaşın elinde de sanırım Milliyet gazetesi olacağı yazıyordu. Belirlenen saatte ve günde gittim. Beş dakika içinde randevu gerçekleşmezse bir hafta sonrasına ertelendiği de yazıyordu.

Yoldaş belirlenen saate geldi. O bana trenle ilgili bir soru soracak bende belirlenen cevabı verecektim. Böyle de oldu. Gelen yoldaşı ilk defa görüyordum. Beni aldı, gidip bir çay bahçesine oturduk. Bana ne yapacağımızı, görevlerimizi, çalışma tarzımızı detaylı bir şekilde anlattı. Benim ne düşündüğümü sordu. Bu alanda yapamazsam eski çalışmalarıma devam edebileceğimi de söyledi. Çok heyecanlıydım. Kendime olan güvenim daha da artmıştı. Kabul ettim görevi.

Bir süre sonrasına bir randevu daha ayarlayıp ayrıldık. Belirlenen tarihte randevuya gittim. Oradan da bir eve gittik. Evde bir kişi daha vardı. O yoldaşı da ilk defa görüyordum. Sorumlu yoldaş beni tanıştırdı. Yeni parti ismi bulmamı söyledi. Burada bir komite olduğumuz, görev alanımız, çalışma tarzı, illegalite konuları üzerinde konuştuk. Sonra da ilk hedeflerimiz belirlendi ve ayrıldık. Kaç toplantı yaptık hatırlamıyorum.

Fakat bir süre sonra beni bu komiteden ayırıp, V.Tapşın ile tanıştırdılar, yakalanana kadar da V.Tapşın’la (ki sonradan itirafçı oldu) ilişkim oldu.

– 1976 yılında proletarya partisi içinde bir ayrılık oluyor. Bu ayrılıkla ilgili neler söylemek istersin?

– Ben örgütle ilişki kurduğumda bu ayrılık olmuştu. Ayrılığın nedenlerine ve yapılan tartışmalara sonradan tanık oldum. Semtimizde Hareketi savunanlar vardı. Onlarla bizim yoldaşlar arasındaki tartışmaları dinliyorduk. Bu tartışmalarda bir parti olmadığımız, hareket olduğumuz, ülkenin kapitalist olduğu, mücadele biçiminin halk savaşı olmadığı vb. konuşuluyordu. Bunları daha sonra yoldaşlara sorup, her biri bir eğitim konusu yapılarak kavramaya çalıştık.

 

“Devlet, sivil faşist çeteleri devrimcilere saldırtıyordu!”

– 1980 yılında Türkiye’de durum neydi?

– 1980’de Türkiye’de muazzam bir devrimci durum vardı. Devlet artık yönetemiyordu. Burjuvazi kendi içinde bölünmüş, bir cumhurbaşkanı seçecek kabiliyeti bile gösteremiyordu. Ülke azınlık hükümetleri ile yönetiliyordu. Her yerde işçi grevleri vardı, öğrenci eylemleri durdurulamaz bir yükseliş içindeydi. Buna proletarya partisi ve diğer devrimci yapılanmaların önemli bir güç oluşturduklarını da ekleyebiliriz.

Örgütler artık kitlesel bir güç olmuşlardı. Ama devrimci hareket bu durumu değerlendiremedi. Devlete yönelmekten çok sivil faşist harekete yöneldi, gücünün esasını buna harcadı. Devlet, sivil faşist çeteleri örgütleyerek devrimcilere saldırtıyordu.

Devrimci hareket bu durum karşısında iyi bir sınav verse de asıl yönelmesi gereken hedeften, başka bir hedefe yöneldiği için başarılı olmadı bence.

– 1980 yılında AFC iş başına geldiğinde Türkiye devrimci hareketi bir yenilgi aldı. Bu yenilginin önüne geçilemez miydi?

– Cunta iş başına gelmeden önce proletarya partisinin yaptığı politik değerlendirmede bir askeri darbenin ufukta görüldüğü tespiti var. Ancak, bu bir tespitten öteye geçmediği için proletarya partisi de cuntaya hazırlıksız yakalandı. Halbuki, proletarya partisi önderliği yaptığı tespite uygun bir düzenle yapmış olsaydı, yenilgi alınmayabilirdi. Yapılması gereken, kırsal alana çekilmek ve burada üslenmekti.

Proletarya partisi gerekirse o dönem bazı önder kadrolarını ülke dışına çıkarıp korumaya da alabilirdi. Bunlar yapılmadı, tam tersine şehirlerdeki güç olduğu gibi korundu. Birinci konferans sonrası iş başına gelen önderlik de kendi içinde net değildi bence.

Nitekim GGK buna tepki olarak doğdu. GKK keskin bir çıkış yaparak tavrı alsa da onlar da tutarlı davranmadılar. “Kır esastır” demelerine rağmen bir-iki kişi dışında kimse kıra kimse gitmedi.

–  GGK ayrılığı proletarya partisine hangi düzeyde zarar verdi? Senin tavrın ne oldu?

– İkincisinden başlıyayım. GGK ayrılığı olduğunda ben hapishanedeydim. Sorumlu yoldaşın beni ziyareti sırasında öğrendim yaşananları. Bir ayrılık olduğunu, ayrılanların gerekçe olarak proletarya partisi önderliğini sağ tasfiyeci olarak değerlendirdiğini, halk savaşına inanmadıklarını, kıra önem vermediklerini ileri sürerek ayrılık ilan ettiklerini belirtti.

Kendilerine Geçici Koordinasyon Komitesi (GGK) adını verdiklerini söyledi. Benim görüşümü sordu. Tüm ayrıntıları bilmediğimi ancak bir ayrılığa karşı olduğumu, kurum içinde kalarak mücadele etmek gerektiğini belirterek tavrımın proletarya partisinden yana olduğunu belirttim. O dönem içerideki tüm yoldaşlar aynı tavır gösterdiler. GGK’nın batı dışında bir etkisi olmadı.

Batıda da sınırlı bir güç götürdü. Evet, GGK 1976 yılında KK’dan sonra proletarya partisini fazlasıyla uğraştırdı. Bir moral bozukluğuna yol açtı. Birinci konferanstan sonra proletarya partisi çok hızlı bir şekilde toparlanıp önemli bir güç olmuşken, GGK ayrılığı yeni tartışmaların odağı oldu.

– GGK’nın cunta sonrası kendisini feshettiğini biliyoruz. Bu süreci biraz anlatır mısınız?

– 12 AFC’si iş başına geldikten sonra bir-iki ay içinde GGK elemanlarının % 95’i yakalandı. Geride kalıp da yakalanmayanlar yurtdışına çıktılar. Cunta GGK’yı da proletarya partisine dahil etti ve aynı davalarda yargılandık. GGK’nın hapishanelerde varlığını yanılmıyorsam 1985 ya da 86 yılına kadar sürdü. Hapishane konseylerinde de yer aldılar. Proletarya partisinin bunu engellenme gibi bir durumu olmadı. Aynı koğuşta olduğumuz GGK’lılarla aynı komünde yer aldık.

GGK belirttiğim tarihlerde proletarya partisinin hapishane komitesiyle ilişkiye geçti, kendilerini fes edip proletarya partisi saflarında olmak istediklerini belirtiyorlardı. Bu tartışmalar bir müddet sürdü. Görüşmeleri o dönem Vietnamlı sürdürdü. Proletarya partisinin ilgili komitesi, bizim de görüşlerimizi aldı. Olumlu bir yaklaşım sergilendi ve nihayetinde GGK’lılar yazılı bir açıklama yaparak proletarya partisi saflarına geçtiklerini belirttiler.

 

“Doğru ve örgüt kültürüne uygun bir duruş sergileyemediler”

– Yeri gelmişken ayrılık ve kopmalar üzerine sormak istiyoruz. Bu kadar ayrılığın esas nedeni nedir sizce, önlenemez miydi bunlar?

– Aslında bu konu başlı başına bir tez konusu. Bunu proletarya partisi tarihi yazılırken ele almak gerekir. Ayrılık ve kopmalar sadece proletarya partisinin muzdarip olduğu bir konu değil. TDH için de varolan bir durum. Ayrılık denince akla proletarya partisi gelse de TDH’nin bir bütün olarak incelenmesi gerekir. Mahir ve Denizlerin geleneği de 1972 yenilgisinden sonraki yeniden toparlanma döneminde kendi içinden onlarca örgüt çıkarttı. Konumuz tabi ki onlar değil. Sadece bir örnek olsun diye belirttim.

Kedimize dönecek olursak, proletarya partisindeki bu kadar ayrılığın kökeninde tartışma kültürü var bence. Herhangi bir tartışma başladığı andan itibaren, ayrılmayı kafasına koyanlar, kendilerini ikna olmaya kapattıkları için, proletarya partisini ele geçirme durumu olmuyorsa ayrılma pratiği sergiledikleri için yaşananlar kaçınılmaz oluyor.

Proletarya partisinin tüzüğünde demokrasi, azınlık haklarının korunması, azınlığın çoğunluğa uyması, merkeziyetçilik vb. açıkça yazılmasına karşın, zamanı geldiğinde bunu kabul etmeyenler, kendilerine ayrıcalık istedikleri için konuya ta başından böyle giriş yapmışlardır. Sanırım bu ayrılıklarda işin bir de sosyo kültürel yanı da var. Toplumsal olarak yeterince gelişmememizin de bir payı olabilir.

– Biraz daha açabilir misiniz?

– Benim çıkardığım derslerden biri de tez sahiplerinin tutarlı bir yerde duramamaları. Proletarya partisi içinde doğru ve örgüt kültürüne uygun bir duruş sergileyememeleri, sekterleşmeleri ve bir an önce ayrılmak için hızla tartışmadan uzaklaşmaları olmuştur. Ayrılanlar ayrılmadan önce örgüt içinde iki çizgi mücadelesi, demokrasi, azınlığın çoğunluğa uyması vb. konusunda itirazları olmamasına karşın, sıra kendilerine geldiğinde buna uymamaları enteresandır. 

– Bunlara örnek verebilir misiniz?

– Bu konuda ikili örnekler var. Örneğin 1976 yılında Koordinasyon Komitesi (KK) proletarya partisinin önderliğinde yer alıyordu. KK, önderlikte olan bir komite olarak proletarya partisini kongreye taşıyacağına kendisi parti içinde bir hizip örgütledi. Bu proletarya partisi tarihi açısından oldukça ilginçtir. KK, örgüte darbe yaparak gündeminde olmayan konuları tartışmaya açtı. Proletarya partisinin bir parti değil hareket olduğu, ülkenin kapitalist olduğu vb. görüşlerle ortaya çıktı. Taban ve kadrolar buna karşı cepheden mücadele ettiler.

Nitekim KK ayrılık ilan etti. Yıllar sonra KK içinde yer alan iki arkadaşla yaptığımız bir röportajda bu ayrılığı da sorduk. Kayıtlarda da vardır, bize bunun yanlış olduğunu, tepeden bir dayatmada bulunduklarını, proletarya partisini ikna edemediklerini ve ayrılmakla örgüte zarar verdiklerini söylediler. Üstelik bu iki arkadaşla farklı zamanlarda görüşmüştük. İlginçtir her ikisi de aynı şeyleri söylediler. GGK aceleci davranmıştır. Fikirlerini yeterince tartışmadan, proletarya partisini ikna etmeye bile gerek duymadan ayrılık ilan etmesi onun haklı olduğu anlamına gelmiyordu. GGK sonradan kendisini feshetti. Bu arada Bolşevik Partizan ve DABK öncesi ortaya çıkan küçük çaplı hizipleri hiç saymıyorum.

Bunlar da iddialı bir şekilde ortaya çıktılar. Örneğin Kızıl Yol, Maoist Merkez ve Devrimci Partizan, Oluşumcular vb. örgütler de kendi söylediklerine sahip çıkmadılar. Görüşlerini orta yerde bıraktılar, bugün onları tanıyan bile yok. Bolşevik Partizan da azınlık olarak çoğunluğa uymadı. İkinci konferans sonrası sürecin başını çeken kadrolar yurtdışına ulaşır ulaşmaz ayrılık ilan ettiler.

Kendi görüşleri kabul olmayınca kurum içinde bunun mücadelesini vereceklerine kolay bir yol olarak ayrılığı yeğlediler. Keza DABK da tarihimiz açısından en sekter gruplardan biri olarak ortaya çıktı. Öyle ki, bazı konularda tartışma bile yürütmek istemiyor, kendisini dayatıyordu. Örneğin konferans yeri ve İkinciler olarak adlandıkları delegelerin konferansa katılmamalarını isteyerek büyük bir hata yaptılar. DABK böylece farklı düşünen kadroların haklarını bir çırpıda ellerinden alıyor, hayat hakkı tanımıyordu.

Nihayetinde proletarya partisi, DABK’ın bu anlayışına taviz vermedi ve DABK da bunun üzerine ayrılık ilan etti. Yıllar sonra da olsa bunun özeleştirisini verdiler. Fakat özeleştiri verdiği zararı telafi etmeye yetmedi. Kaldı ki, özeleştiri veren DABK, 1992 birliğini ancak iki yıl dürdürebildi ve 1994 yılında benzer bir anlayışla ve bu defa daha kötü bir tarz ve yaklaşımla proletarya partisinden bir kez daha koptu. Aynı şeyleri 2017’de proletarya partisinden kopan darbeci hizip için de söyleyebiliriz. Azınlık grup, kendisini proletarya partisine dayattı.

Hiçbir eleştiri ve öneriyi kabul etmedi. Örgüt içinde tartışılan konuların sonuçlarını proletarya partisine yanlış aktardı. Kadroların hakları yendi, üyelerin haklarını gasp etti. Kendisi gibi düşünmeyenlere hayat hakkı tanımadı. Önderlikte yer alan azınlık kendini dayattı ve 2017 yılında kamuoyuna yaptıkları bir açıklamayla ayrılıklarını ilan ettiler.


Hapishane süreci ve firarlar…

– Başa dönecek olursak, sen hangi tarihte yakalandın?

– Ben Şubat 1980’de yakalandım. Üzerimde bazı yayınlar vardı. Bir hafta çeşitli yerlerde sorgulandım. Tutuklanıp Alemdağ Cezaevi’ne kondum. Orada bir ay kaldıktan sonra eski Sağmalcılar Hapishanesi’ne götürüldüm. Cuntayı bu hapishanede karşıladık. Sağmacılar Hapishanesi’ne gittiğimde önce adli tutukların içinde kaldım. Sadece ben değil birçok davadan insan da sivil koğuşlarına verilmişti. Tabi adli tutuklar politik olmadıkları için ortak bir yaşam örgütlemek oldukça zordu. Uyuşturucu ve kumar yüzünden sık sık kavga çıkıyordu.

O dönem koğuş ağaları vardı, tutuklular üzerinde basınç kurup haraç alıyor, çayı bile fahiş fiyatla satıyorlardı. Bu koğuş ağaları, devrimciler üzerinde de baskı kurmaya çalışıyordu. Biz bunları çekip konuştuk. Kim olduğumuzu, haksızlığa karşı olduğumuzu, bize karşı saygılı olmadıklarında bizi karşılarında bulacaklarını açık açık belirtik. Ve ayrıca çayı satamayacaklarını, herkese eşit dağıtacaklarını, koğuş içinde kavgaya son vereceklerini belirttik.

Bunu adli tutuklulara da açıkladık. İdareyle politik tutsakların ayrı koğuşlara verilmesi için görüşme yapıldı. İdare talebimizi kabul etti. Ayrı bir koğuşa geçtik. Bizim davadan 40’a yakın yoldaş vardı.

– Koğuşta günlük hayatı nasıl örgütlüyordunuz?

– Komün şeklinde bir yaşam örgütleniyordu. Proletarya partisinin ilgili komitesi dışında bir de Komün Komitesi kurduk. Gelen para ve yiyecekler Komün Komitesine teslim ediliyordu. Komite gelen parayla ihtiyaçları karşılıyor, yiyecekleri eşit olarak dağıtıyordu. Ayrıca mesela sigara kişinin ihtiyacına yakın olarak veriyordu. Keza temizlik malzemeleri de komün tarafından karşılanıyordu.

Diğer faaliyetler ise parti komitesi tarafından örgütleniyordu. Günlük spor yapılıyor, eğitim çalışmaları örgütleniyor ve ayrıca özel günlerde anmalar organize ediliyordu.

– Bazı firar eylemleri de örgütlediniz. Bunlardan da söz eder misiniz?

– Bu hapishanedeyken üç firar eylemi örgütledik. Bunlardan ikisi başarılı, biri başarısız oldu. İlk eylemimiz N.Coşkun’un firar ettirilmesidir. N.Coşkun, o dönem itibariyle içimizde durumu en ağır olan arkadaşımızdı. Sanırım mart ayıydı. Sivaslı bir arkadaşımız tahliye olmuştu. Kendisiyle konuştuk. N.Coşkun’un durumunu ayrıntısıyla anlattık.

Sonuçta kendisinin yerine N.Coşkun’un çıkmasını kabul etti. Onun bilgileri ezberleyen N.Coşkun’u bir törenle uğurladık. İlk iki-üç saat en kritik saatlerdi. N.Coşkun gittikten sonra hiç ses seda çıkmadı. Sabah artık N.Coşkun’un gittiğini anlamış olduk. Yıllar sonra N.Coşkun’u gördüğümde çıkışta sorun yaşamadığını sordum biraz zorladıklarını, tekrar tekrar aynı soruları sorduklarını ancak kendinin soğukkanlı davranmasından dolayı bir süre sonra gitmesine müsaade ettiklerini anlattı. Biz N.Coşkun’un varacağı yere rahat ulaşması için onun yerine kalan arkadaşımızı üç ay süreyle beklettik.

Üç ay sonra idareye göndererek zorla tutulduğunu (ceza almaması için böyle söylemesini belirtmiştik) söyledi. Hakkında dava açıldı ve ilk duruşmada tahliye oldu.

– Diğer firar nasıl oldu?

– İkinci en büyük firar, diğer örgütlerle ortak örgütlenen 28 devrimcinin gerçekleştirdiği toplu araba firarıdır. Bu firar, adli mahkumların mahkemesine denk getirildi. Örgütlerle yapılan görüşmede o günkü sayıya göre hangi örgütlerden kaç kişi firarda yer alacak konuşuldu. Bizden durumu ağır görülen H.Durna ve İ.Göksu vardı. Firar sanırım Nisan ayında gerçekleşti.

O zamanlar mahkemeye çıkacaklara akşamdan bildirimde bulunuyordu. Bildirim alanlar sabah koşudan çıkıp idare tarafına doğru yürüyorlardı. Örgütlerden belirlenen görevliler malta denilen yerde bekleyerek gelen adli tutukluları alıp arka tarafta kullanılmayan hücrelere götürüp burada tutuluyorlardı. Tek tek tüm bilgileri alınıp firar edecek devrimci arkadaşlara veriliyordu. O gün toplam 28 kişinin mahkemesi varmış, bu nedenle firar edeceklerin sayısı da bununla sınırlamış oldu.

Firar edecek arkadaşlar idare tarafına geçtikten sonra isimlerini söyleyip ring adı verilen hapishane sevk arabasına binip Sultanahmet yokuşuna geldiğinde arabanın yavaşlamasından yararlanarak, daha önce Acilciler tarafından içeri sokulan silahla jandarmanın da etkisiz hale getirilmesinin ardından tek tek arabadan atlama suretiyle firar gerçekleştirilmiş.

Sadece en son arabadan atlayan Hareket’ten bir arkadaşı subay fark ediyor. Bir tek o arkadaş yakalandı. Diğer 27 arkadaş yakalanmadan gidecekleri yerlere ulaştılar.

– Diğer firar girişimi de bir tünel çalışması, o nasıl başladı ve niye başarılı olmadı?

– Mayıs ayıydı. Yapılan keşif çalışmaları sonucu bir tünel kazma imkanının olduğu sonucuna varıldı. Örgütlerle oturup işin detayı konuşuldu. Kim çalışmaya nasıl katılacak, güvenlik vb. konular detaylı konuşuldu. Tünel, kullanılmayan bir hücreden başlatıldı. Bu hücreden iki-üç metre aşağıya inildi ve oradan karşı tarafa caddenin altından bir evin içinden çıkacak şekilde planlandı.

Çıkan toprak, kullanılmayan hücrelere depolandı. Tünel planladığı şekilde sürdü ve çıkılması düşünülen evin altına kadar getirilip bırakıldı. Çıkılacağı gün ev sakinleri bir müddet tutulup evin beton zemini kırılıp çıkış sağlanacaktı. Görevi MLSPB’den arkadaşlar almışlardı. Ekip eve geliyor, evdekilere sakin olmalarını, korkmamalarını, buradan arkadaşlarını alacaklarını söylüyorlar. Bu konuşmalar sürerken evin 13-14 yaşlarındaki çocuğu evin açık olan penceresinden atlayarak “babamı öldürüyorlar” diye bağırarak mahalleyi birbirine katıyor.

Arkadaşlar da evden ayırmak zorunda kalıyorlar. Biz o arada hapishanenin çatısındaki bir boşluktan evi görebiliyorduk. Bir süre sonra polisler geldi. Bir terslik olduğunu anladık. Zaten bir süre sonra yaklaşık bir saat boyunca hapishane silahla tarandı. Polis bir ay sürekli olarak bu evi bekledi ve bir ay sonra getirilen kepçe ile tünel açığa çıkarıldı. 

– Hapishane idaresi tünel açığa çıktıktan sonra ne yaptı?

– İdare hiç tepki vermedi. Sanki hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Yaşam eskisi gibi devam etti.

– 12 Eylül’ü bu hapishanede mi karşıladınız?

– Evet, yüzlerce devrimci tutsak 12 Eylül AFC’sini bu hapishanede karşıladık. Sabah haberlerinde ve hapishanenin merkezi hoparlöründe sürekli cuntanın bildirisi okunuyordu. Açıkça belirtmek gerekirse biz ilk başta işin ciddiyetinin farkında olmadık. “Askerin iş başına gelmesi neyi değiştirir?” diye düşündük. Günler sonra baskılar artınca işin rengi belirlemeye başladı. Örgütlerle görüşmeler yapıldı. Direniş kararı alındı.

Haklarımız görünür şekilde kısıtlandı. Bir ay sonra da zaten bu hapishane boşatıldı. Sultanahmet, Davutpaşa, Selimiye Kabakoz hapishanelerine sevkler başladı. Sağmalcılar tümden boşatılmış oldu. Ben ve bir kısım yoldaş, Sultanahmet’e götürüldük. Tüm İstanbul hapishanelerinde korkunç işkence ve baskılar başladı. Cunta en hızlı şekilde tüm devrimci tutsakları teslim almak istiyordu. Fakat bunu başaramadı.

Tüm hapishanelerde direnişler başladı. Açlık grevleri ve fiili direniş ile baskı ve teslim alma saldırılarına karşı duruldu. 1982 yılında İstanbul’daki birçok hapishane boşaltılarak devrimci tutsaklar Metris’e getirildi.

– Metris gelirken nelerle karşılaştınız?

– Metris Hapishanesi, Koç Holding tarafından yapılıp cuntaya hediye edilen bir hapishaneydi. Cunta, İstanbul’daki hapishaneleri bir yerden kontrol etmek istiyordu. Metris onlar için stratejik bir noktada duruyordu. 1982’den itibaren civardaki tüm hapishaneler Metris’e taşında. Sevk olan her hapishane, direniş kararı aldı ve hiçbir yaptırımın kabul edilmemesine karar verildi.

Girişte herkes işkenceden geçirildi. Yaptırıma tabi tutulmaya çalışıldı. Ama hiç kimse boyun eğmedi. Bir süre sonra da 28 günlük açlık greviyle karşı saldırıya geçtik. 28 gün sonra idare anlaşmak zorunda kaldı.

– Başka ne gibi baskılar uyguluyordu?

– Cunta idaresi, tutukluları teslim alamadığı yerde yasaklarla dize getirmek istiyordu. Avukat ve aile görüş yasağı, havalandırmaya çıkartmama, kitap vermeme, kalem yasağı, gazete yasağı, mektuplaşma yasağı en sık uygulanan yasaklardı. Bunlarla bir sonuç alamayacağını idare de biliyordu. Buna rağmen bir yıldırma aracı olarak “belki sonuç alabilirim” hayaliyle uygulamalar hep devam etti.

– Siz hep bu hapishanede mi kaldınız?

– Hayır, 1984 yılında bir kısım tutuklu yeni açılan Sağmacılar Hücre Tipi Hapishane’ye götürüldük. Aynı baskı ve yasaklar burada da sürdü. İki yıl tek kişilik hücrede kaldım. Böylece cunta tutukluları birbirinden izole ederek direnişi kıracağını sanıyordu devlet. Başaramadı, daha büyük direnişler oldu. 1986’da Sağmalcılar tekrar boşaltılarak Metris Hapishanesi’ne götürüldük.

Metris’e götürüldüğümüzde yeniden büyük bir açlık grevi başladı. Bu açlık grevi, son açlık grevi oldu diyebilirim. 27 gün sürdü sanırım. Tüm haklarımızı elde ettik. Taleplerimiz içinde aynı davadan olanların aynı koğuşlara verilmesi de vardı. İdare bunu da kabul etti. Biz kendi içimizde konuştuk ve bizim için en iyi yerin E-Blok (Sibirya) tarafı olduğuna karar verdik.

Tabi ilk başta arkadaşlardan bazıları buna ciddi bir tepki verdi. “Nasıl olur da hapishanenin en kötü bloğu seçilir?” diye. Ama bunun niye böyle olduğu daha sonra anlaşıldı.

– Buraya niye Sibirya deniliyordu? İkinci sorumuz niye burayı seçtiniz?

– Bu blok hapishanenin en son bloğuydu. Diğer hiçbir bloğu görmüyordu. Kendi içinde izole bir yerdi. Fazla güneş almadığı için tutuklular kendi aralarında buraya Sibirya diyorlardı. Bizim burayı seçmemiz tamamen iradi bir karardı. Metris’te askerlik yaptığı sırada tutuklanan bir arkadaşımız vardı. Onunla çok önceleri yaptığımız sohbetlerde “bir firar olursa en uygun yer Sibirya tarafı” diyordu.

Kendisi araziyi de iyi bildiği için, bu referans bizi bu tercihe götürdü.

 

İlk kazma vuruldu!

– İlk fikir nasıl doğdu?

– Biz belli bir arayış içindeyken yan havalandırmada bulunan Dev-Yol ve Partizan Yolu’ndan arkadaşlar duvarı atlayarak bizi ziyarete geldiler. Oturduk, sohbetin bir yerinde bir firar önerileri olduğunu anlattılar. Bunun bir tünel kazarak olabileceğini belirttiler. Beraber havalandırmaya çıktık. Kanalizasyon havalandırmadan geçiyordu. Kanalizasyon kapağı da havalandırmanın içindeydi. Kapağı kaldırdık ve yaklaşık iki üç metre derinliği olan kanalizasyon çukurundan tüneli kazma olanağı olduğunu keşfettik.

– Diğer yapılarla nasıl bir ortaklaşma sağladınız?

– Biz üç yapı tüm prensiplerde anlaştık. Bu fikrimizi aynı havalandırmada bulunan Halkın Kurtuluşu davasından arkadaşlara da açmamız gerektiğini, zira onların da buna dahil olması gerektiği üzerinde de anlaştık. Gidip HK ile görüştük, arkadaşlar içinden bir kısım bu fikri pek benimsemedi. “Nasıl olsa bir af çıkacak, buna gerek yok” dediler. Bir kısım arkadaş ise olumlu karşıladı.

Dört yapı olarak yeniden biraraya geldik ve ayrıntıları konuştuk. Diğer üç yapı inisiyatifin bizde olmasını, kendilerinin bunu yapacak durumları olmadığını belirttiler. Biz de kabul ettik. Temel prensip olarak disiplin ve gizliliğin esas olması üzerinde anlaştık. Yan bloğun güvenliğini diğer iki yapı aldı. Oradan bizim tarafa ziyaretlerin yapılmaması, tünel sohbeti yapılmaması vb. konularında anlaştık.

– Kendi kitlenize bunu nasıl açıkladınız?

– Bu meseleyi önce hapishanedeki proletarya partisi komitesinde konuştuk. Bir arkadaş başarılı olamayacağımızdan hareketle karşı çıktı. Diğer arkadaşların tümü eylemin yapılmasına evet dediler. Bu karar doğrultusunda iki ayrı koğuşta bulunan tüm yoldaşları bir koğuşa topladık. Vietnamlı konuyu açtı ve tünel çalışmasına başlayacağımızı anlattı. Tüm yoldaşlar pürdikkat dinlediler.

Büyük bir heyecan vardı. İstisnasız tüm yoldaşlar bu kararı sevinçle karşılayıp onayladılar. Daha sonraki bir toplantıda yapılan görevlendirmeler konusunda bilgilendirme yapıldı. Nasıl hareket edileceği, disiplin kuralları bir bir anlatıldı. Güvenlikten bir yoldaş sorumlu kılındı. Kazı işinden ben ve Vietnamlı sorumlu kılındık. Ayrıca tüm yoldaşlara birer görev verildi.

Gözetleyiciler, gece nöbetçileri belirlendi. Yanısıra ziyaretlerde normal davranılması, gelen para ve eşyalarda bir kısıtlamaya gidilmemesi, “merek etmeyin, yakınca çıkarız, görüşürüz” vb. umut veren hiçbir sohbetin yapılmaması, gönderilen mektupların komitenin denetiminden geçmesi gibi kurallar açıklandı.

– İlk kazma diyelim nasıl vuruldu?

– Önce betonu nasıl kıracağımız üzerine bir araştırma yaptık. Bunun için en uygun araç olarak ranza demirlerinden keski diyeceğimiz bir alet yaptık. Bir yoldaş bu görevi üstlendi. Başlama tarihimiz sanırım Kasım ayıydı. Havalandırma hakkımız o zaman tüm gün boyuydu. Bundan yararlanarak sabah havalandırmaya çıktığımızda bir arkadaşımızı kanalizasyona indirdik. Bu arkadaş, kanalizasyondaki duvar betonu bir hafta çalışarak kırıp hazır hale getirdi. Çıkan gürültüyü bastırmak için sürekli maç yapılıyor ve bol bol Belkıs Akkale dinleniyordu.

Kapak beton taşı çıkarıldıktan sonra koğuşa taşıdık. Onu tuvalete sakladık ve sayım sırasında da bir arkadaş banyo yapıyor diye bildirimde bulunduk. Sayım gittikten sonra tüm arkadaşlar bir tarihi eseri inceler gibi gelip betona bakıp üzerinde bir sürü yorum yaptılar. Fakat bu taşın koğuşta kalmasının sakıncalı olduğuna karar verdik ve ertesi gün beton parçasını kanalizasyona indirip zemine gömdük. Bu gelişmeyi diğer yapılara da bilgi olarak verdik. Onlar da epey sevindiler.

– Esas tünel çalışması da bundan sonra başlamış oldu değil mi?

– Evet, tünel çalışması bundan sonra başladı. Tek vardiya çalıştığımız için ekipler belirlendi. Her ekip, iki kişiden oluşuyordu. Her gün bir ekip giriyor, diğer ekipler ise dinleniyordu. Ekipler su ve yiyeceklerini yanlarına alıyorlardı.

İlk ekip ben ve Vietnamlı idik. Güvenlik için de ekipler oluşturuldu. Bu ekipler ellerindeki ayna parçalarıyla mazgal kapaklarından koridordaki nöbetçi askerlerin hareketlerini izliyorlardı. Ani bir gelişmeyi zamanında haber vermek için bu çok işe yarıyordu. Aksi durumda ani bir baskınla yakalanma riskimiz her zaman vardı.

– Çıkan toprağı nasıl erittiniz?

– İlk zamanlarda tünelden suyla karıştırıp kanalizasyondan gönderiyorduk. Bunun için bolca suya ihtiyacımız oldu. Bulduğumuz tüm kaplara su dolduruyor ve istediğimizde arkadaşlar tuvaletten bu suyu boşaltıyorlardı. Tünelde bulunan arkadaşlar da bu su ile toprağı sulandırıp gönderiyorlardı. Fakat birkaç hafta sonra kanalizasyon tıkandı. Masalardan söktüğümüz demirlerle künkleri açmaya çalıştıysak da başarılı olmadık. Bir çare bulmamız gerekiyordu. Şartlara teslim olmayacaktık. Nitekim çıkan toprağı koğuşun tavan boşluğuna atmaya karar verdik. Bizim kaldığımız koğuş en üstte olduğu için bu iş içinde gayet uygundu. Koğuşun yatakhane kısmında tavandaki elektrik lambasını söktük.

Keskin hale getirdiğimiz demir parçasıyla Vietnamlı bir arkeolog titizliğiyle lambanın etrafını günlerce yavaş yavaş genişleterek bir elin sığacağı büyüklüğe getirdi. Gündüzleri lambayı takıyor ve deliği kamuflaj ediyorduk. Bu engeli aştıktan sonra yeniden tünel kazımına başladık. Gündüz yastık kılıflarına doldurduğumuz toprağı havalandırma saati bitmeden koğuşa taşıyıp banyoya istifliyor.

Sayım sırasında da “bir arkadaş banyo yapıyor” diye bildirimde bulunuyorduk. Akşam yemeğinin ardından nöbetçiler yerlerini aldıktan sonra ranzalar kenara çekilip koğuşun ortasında dökülen toprak top haline getirilip tavan boşluğuna atılıyordu. İçimizde en uzun boylu iki yoldaş vardı, onlar sırayla ranzaya çıkıyor, bir kişi topları onlara veriyor, onlar da bu topları tavan boşluğuna atıyordu.

– Hiç tehlike atlattınız mı?

– Evet, iki büyük tehlike atlattık. Bunlardan birincisi şöyle oldu: Havalandırmaya çıktığımızda kamuflaj için alt koğuşun dış cephesine, pencereye battaniye asıyorduk. O gün bu battaniye, alt koridorda dolaşan askerin dikkatini çekiyor ve koşarak hızla uzaklaşıyor. O sırada bizim nöbetçi arkadaş, askerin bu telaşını görevli arkadaşa bildiriyor. O da hemen haber verdi ve tünelde çalışan arkadaşları çıkartıp koğuşa aldık. Tünel kapağı kapatılıp etrafı temizlendikten sonra askerler havalandırmayı bastı. Sorular sormaya başladılar.

Özellikle battaniyenin neden cama asıldığını sordular. Spor yaptığımızı spor bittiği için de oraya astığımızı söyledik. Etrafı iyice kontrol ettiler. Tüm pencere demirleri özel olarak kontrol edildi. Bu işlem günlerce sürdü. Durum değerlendirmesi yaptık ve tünele bir ay ara verme kararı aldık. Bu durumu diğer yapılara da aktardık, onlar da alacağımız karara katılacaklarını söylediler. Bir ay boyunca idarenin hareketlerini izledik. Bir ay sonra tekrar tüneli kazamaya devam ettik.

İkinci tehlike ise şöyle oldu; Askerler yan havalandırmadaki bahçe kapısını tamir etmeye geliyorlar. Arkadaşlar bu durumdan bizi haberdar ettiler. Biz de tedbir olarak tünelde çalışan arkadaşları hemen çıkarttık. Biz tam arkadaşları çıkartıp tünel kapağını kapattığımızda asker bizim havalandırmaya girdi. O sırada bir arkadaşı koğuşa çıkartmadık. Orada bulunan battaniyeyle üstünü örtük, etrafını cevirdik.

Bazı arkadaşlar da sağda solda bulunan çamurlara ayaklarıyla basmak suretiyle kapattılar. Başladık askerlerle sohbet etmeye, böylece onların dikkatini dağıtmış olduk. Onlar da farklı tepki vermeden sohbete dahil oldular. Kapı tamirinin yetişemeyeceğini ve yakalanacağımızı düşünmeye başladık. Neyse ki, askerler işlerini hemen bitirip çıktılar da biz de tehlikeyi atlamış olduk.

Bunun dışında bir de çıkış günü atlattığımız küçük bir tehlike oldu. Karşı koğuştan bizim koğuşa gelecek arkadaşla bizden o tarafa gidecek arkadaşı asker fark ediyor. Asker “koğuşuna geç” müdahalesinde bulunsa da arkadaş, “bir gece kalacağız, ne olmuş” vb. diyerek askeri ikna ediyor. Biz sayımda bir aksilik çıkar diye düşünürken tersi hiçbir şey olmadı ve böylece o tehlikeyi de atlatmış olduk.

– Tünel kazamı devam ederken, Metris’in boşaltılacağı konuşulmaya başlanıyor. Buna karşı siz ne yaptınız?

– Evet, bu haber nereden çıktı bilmiyorum. Fakat konuşuldu. Neresi olacak vb. yorumlar dahi yapıldı. Biz de durumu ciddiye aldık ve tünel kazımını hızlandırmaya karar verdik. Çalışan ekip sayısını günde ikiye çıkarttık. Bir ekip sabahtan akşam havalandırma bitimine, ikinci ekipte akşamdan sabaha kadar çalışmaya başladı.

– Bunu nasıl başardınız?

– Çok büyük bir risk alarak yaptık bunu. Yataklardan çıkarttığımız pamuğu eşofmanlara doldurarak iki kukla yaptık. Tüm arkadaşların saçlarını kesip kesilen saçları da yaptığımız iki kuklanın kafasına yapıştırdık. Gerçekmiş gibi bir görüntü ortaya çıktı. Kuklalara Umut ve Özgür isimleri taktık. Umut, tünelin bitimini Özgür ise kaçışı simgeliyordu.

Bu projeyi hayata geçirmek için bir test yapmamız gerekiyordu. Birinci testi diğer yapılarla yaptık. Projeyi ve yaptığımız kuklaları önceden söylemeden üç yapıyı bizim koğuşa davet ettik. Geldiler. Oturup konuşmaya başlamadan önce arkadaşlar “yatanlar var, yatak odasında değil de salon tarafında konuşalım” dediler. Kuklalar gerçeğe çok benzediği için arkadaşların dikkatini bile çekmemişti ve yatanları gerçek sanmışlardı. Bu iyi bir durumdu. Biz bunun üzerine projeyi, yaptığımız kuklaları ve bundan sonra nasıl hareket edilmesi gerektiğini anlattık.

Arkadaşlar şok oldular ve bizi tebrik ettiler. Projeye onay verdiler. Böylece kolektif bir karar vermiş olduk.  Sonra aynı denemeyi akşam sayımında yaptık. Bir yoldaşı ranzanın altına sakladık. Kuklayı da onun yerine uyuyormuş gibi yatağa koyduk. Arkası dönük şekilde yatırdık. Koğuşa halı serdiğimiz için asker koğuş kapısından içeri girmiyor kapıdan bakıyordu. Sayım esnasında asker komutanına “biri de yatıyor” diye tekmil verdi.

Böylece testlerden geçmiş olduk. Uygulamayı hemen ertesi gün başlattık. Akşam ekibine verdiğimiz iki arkadaş yerine bu iki kukla haftalar boyunca bize hizmet verdi. Tabi çok büyük bir riskti. Bir askerin kendi inisiyatifini kullanarak yatanları uyandırma hamlesi her şeyi bitirebilirdi. Böyle olmadı, “şans” bizden yana oldu.

– Örgütünüzle nasıl ilişki kurup projeyi anlattınız?

– Diğer yapılarla yaptığımız anlaşma gereği firara az bir zaman kala herkes kendi örgütüne haber verecekti. Biz de bu anlaşmaya bağlı kalarak bir ay kala örgütümüze haber verdik. 99 harften oluşan bir şifreleme ile haberleşmeyi sağladık. Şifreyi önceden örgütümüze gönderdik. Nasıl kullanılacağı ilişkin bir rehber de yazdık ve böylece haberleşme kısa sürede sağlanmış oldu.

Bizim bazı özel isteklerimiz de oldu. Diğer yapılarla görüşülüp ortak plan yapılması, “kıl testere” adı verilen kesici bir aletin gönderilmesi, cezaevi ile çıkış yerinin aşağı yukarı kaç metre olduğu bu firar eyleminin sadece bu işle uğraşan arkadaşlarca bilinmesi vb. taleplerimizi de ilettik. Taleplerimiz olumlu karşılandı. İsteklerimiz karşılandı. Çıkışta nereye doğru yol almamız gerektiği iletildi.

– Tünel kazım esnasında aydınlatmayı nasıl sağladınız?

– Önceleri koğuştan çektiğimiz bir hattı tuvalet deliğinden tünele çekmek suretiyle sağladık. Fakat bu sitem tehlikeliydi. Bir-iki defa elektrik çarpması tehlikesi atlattık. Ve sistemi değiştirme kararı aldık. Bir arkadaşımız askerlik yaptığı dönemde kantinde çalışıyordu. Ona durumu aktardık. O da kantinden daha önce tanıdığı asker arkadaşları üzerinden volt düşürücü bir alet temin etti. O alet sayesinde hem tehlikeyi atlatmış olduk hem de aydınlanmayı sağladık.

 

Tartışmalar…

– Tünel işinde karşılaştığınız başka engeller oldu mu?

– Evet, karşılaştığımız bir başka engel de tünelin havalandırma duvarının dibine geldiğimizde aşağıya doğru bir duvarın olduğunu fark ettik. Bu engel, havalandırma duvarı yapılırken dökülen beton idi. Duvar için dökülen betonu tutmak için tahtalar da olduğu gibi bırakılmıştı. Bunu aşmak için bir-iki metre geriden aşağıya doğru tüneli kazmak zorunda kaldık ama sonunda aştık.

– Diğer yapılardan DS’nin tünelden haberi olduğu ve sizinle bu konuyu görüştüğü biliniyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

– Bu konu sonradan da önemli bir tartışma konusu oldu. “Bizi almadılar, bıraktılar” eleştirilerine maruz kaldık. Ben kimseye bir haksızlık yaptığımızı düşünmüyorum. DS bizimle görüşmeden önce dört yapı olarak bu konu gündem olmuştu. Tünel bittiğinde “diğer yapıları bu olanaktan nasıl yararlandırabiliriz?” diye konuştuk. Tüm olanakları gözden geçirdik ancak bunun çok zor olacağı ve tüneli riske sokacağı konusunda hemfikir olduk. Ve firarı dört yapı olarak yapmaya karar verdik. DS, bize bir konuda görüşmek için haber bıraktı.

Biz görüşmeye gitmeden önce görüşmenin tünelle ilgili olduğunu tahmin etmiştik. Böyle de oldu. Gittik, görüşmeye B.Yağan gelmişti. DS bir haftadır bir tünel çalışmasına başladığımızı, kendilerini de buna dahil etmemizi istediklerini iletti. Biz, diğer yapılarla yaptığımız anlaşma gereği bu bilginin yanlış olduğunu, bunu nereden öğrendiklerini sorduk. Birkaç görüşme böyle devam etti. Yapılara durumu aktardık. Onlar da “bu tutumda devam edelim” dediler.

Biz ayrıca bu haberin DS’ye nasıl ulaştığını öğrenmek istediğimizi talep ettik. Onlar da kabul ettiler. DS ile yaptığımız son görüşmede bu durumu gündeme getirdik. Biz, “bilgi almak istiyorsanız bunu nasıl öğrendiğinizi bize söyleyin” dedik. Kendilerine bilgi veremeyeceğimiz açıkça belirttik. DS bunun üzerine bilginin kendilerine eski GGK’cı İ.Çalıkıran tarafından verildiğini söyledi. Biz de gerçek bilgiyi verdik.

Ancak kendilerini buna dahil edemeyeceğimizi, zira bunu yaptığımızda büyük bir riskin ortaya çıkacağını söyleyip ayrıldık. Bu durum dört yapı açısından zor bir durumdu. Yıllarca ayı hapishanede birlikte direnen arkadaşlarla böyle bir olanağı kullanmamak can sıkıcıydı. Fakat bu durum bizim irademiz dışında, olanağı olmayan bir durumdu. Kaldı ki, sorun sadece DS değildi, diğer yapılar da söz konusuydu. Ya herkesi bu işe dahil edilip tünel başarısızlıkla sonlanacaktı ya da dört yapı olarak başlayıp sonuna geldiğimiz bu eylemi başarıyla bitirecektik. Dört yapı olarak ikincisinde karar kıldık.

– Bu konuyu İ.Çalıkıran’la konuştunuz mu?

– Hayır, konuşmadık. Daha doğrusu konuşmama kararı aldık. Konuşmamız durumunda istemediğimiz başka sonuçlarla karşılaşma durumumuz olabilirdi. Konuyu diğer yapılara aktardık. DS ile yaptığımız görüşmeyi aktardık ve onların da İ.Çalıkıran’la konuşmamalarını önerdik. Önerimiz kabul edildi. 

– Duyulma meselesinin sadece DS ile sınırlı olmadığı, proletarya partisinden ayrılan arkadaşlar arasında konulmaya başlandığı da biliyor. Hatta bazıları götürülme talebinde bile bulunmuş. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

– Tünel kazıldığının haberinin bu arkadaşlara nasıl ulaştığını hiçbir zaman öğrenemedik. Fakat bu bilginin bizim içimizden birleri tarafından iletildiği nettir. Yoksa bunu öğrenmeleri mümkün değildi. Böylece içimizde ilkesel düzeyde bir disiplin ihlali yapıldığı da ortaya çıkmış oldu.

– Bu konuda bir başka iddia da İ.Ünal tarafından gündeme gerildi. Tarihe Notlar kitabında İ.Ünal, götürülme talebinde bulunduğunu fakat sizin cevabınızın çok ağır olduğunu, gelmesi durumunda kendisini şişleyeceğinizi yazmış, bu konuda ne söylemek istersiniz?

– İ.Ünal’ın kitabını okudum. Bu bölümü okuyunca gerçekten çok üzüldüm. Keşke bu bölümü yazmadan önce bizimle bu konuyu tekrar tartışıp konuşsaydı. Bizimle görüşseydi, eminim görüşü böyle yansımayacaktı. İ.Ünal kendince bir eleştiride bulunuyor. Kişileri tam hatırlamadığı için tahmini isim veriyor. Ben kitabı okuduktan sonra bu konuyu firarda yer alan arkadaşlara sordum. Hiçbiri böyle bir olayı hatırlamıyor. İ.Ünal kiminle ne konuşmuş, açık değil. Eğer böyle bir talebi olmuşsa bu talebin Hapishane Komitesine gelmesi gerekirdi.

Kaldı ki, İ.Ünal devrimci bir insan, aynı hapishanede yıllarca birlikte direndik. Proletarya partisi ile anlaşmazlığa düşüp ilişkisini kesti diye ona niye düşmanca davranalım? Proletarya partisinin İ.Ünal’a karşı hiçbir zaman düşmanca bir tavrı olmadı. Tartışmalar oldu sadece. Onu ikna çalışmaları da uzun bir süre devam etti. Fakat proletarya partisi, İ.Ünal’la birçok konuda anlaşamadı ve İ.Ünal ile yollarını ayırdı.

Bir devrimci, faşizm şartlarında özgürlüğüne kavuşmak için bir talep de buluyorsa bu gayet doğal ve yerinde bir taleptir. Bu, İ.Ünal’ın da hakkıdır. Özgürlüğüne kavuştuktan sonra ne yapacağı onun bileceği iştir. Ben kesinlikle böyle bir talep hatırlamıyorum. Bir ihtimal olarak İ.Ünal sadece komün ilişkisi olan yani örgütle bağı en alt düzeyde olan biriyle görüşüp, iletmiştir talebini.

O kişi de bize sormadan kendi başına böyle bir cevap vermişse bundan da haberimiz olmadı. Burada bu vesileyle bir şey daha öğrenmiş olduk. İ.Ünal’ın aktardıklarını bir an doğru varsaydığımızda, içimizden biri ya da birileri ilkesel düzeyde bir suç işlemiştir. Bu açık bir suçtur, zira objektif olarak tüneli deşifre etmiştir.

Sonuç olarak benim dile getirmek istediğim İ.Ünal bu meseleyi bu şekilde kitabına koymadan önce bir görüşme yapıp, “bunu böyle aktaracağım, siz ne diyorsunuz” diye sorsaydı, biz de gerçeği olduğu gibi aktarırdık. Buna rağmen İ.Ünal konuyu bu şekilde kitabına aktaracağını belirtseydi, biz de “yanlış ama senin bileceğin iştir” derdik. Bence İ.Ünal kitabının ikinci basımında bu bölümü düzeltmelidir.

– Tekrar tünel çalışmasına dönmek istiyoruz. Tünel tamamlandıktan sonra kaçış nasıl oldu?

– Tünel bitiminin 24 Mart gününe denk geleceği dışarıya bildirildi. Diğer yapılar da bu tarihi kendi örgütlerine bildirdiler. Belirtilen tarihte çıkış olmazsa bir gün sonraya ertelendiğinin anlaşılması gerektiği notu da düşüldü. Bir gün önce bizim ve HK koğuşunda tuvalet demirleri alt kısmından kesilip bırakıldı. Bu kesikler, kamufle edildi. Üçüncü kattan aşağı inilmesi için V.Balaban’a çarşaflardan bir merdiven yapılması görevi verildi. Balaban bir merdiven yapıp teslim etti. Bunu denedik, fakat çok pratik olmadığı, inmek için çok dikkat gerektiği ve zaman aldığı görüldü. Bunun üzerine düz bir halat yapması için görev verildi. Bu, çok daha pratikti. Düz olduğu için hızlı bir iniş sağlıyor ve zaman almıyordu.

Aynı günün akşam vardiyasına Adil verildi. Adil, temiz elbiselerini alıp geride kalan arkadaşlarla vedalaşarak tünele girdi. Saat 22.00 gibi kaçış başlayacaktı. Fakat Adil’den bir türlü haber gelmiyordu. Bir aksilik olduğunu anladık. Bunu yan koğuşta bulunan arkadaşlara bildirdik. Adil, saat 24.00 gibi haber verdi. Tünel çıkışında büyük taş parçalarıyla karşılaştığını, bunları çıkartmanın oldukça zaman aldığını, bitiremediğini kaçışın ertelenmesi gerektiğini belitti. Zaten o saatten sonra geç olduğu da açıktı. Doğal olarak ertesi güne erteledik.

Ertesi gün Adil tekrar tünelde çalışmaya başladı. Sanırım saat 22.00 gibi “her şeyin hazır” olduğu haberini verdi. Yan koğuştaki arkadaşlara haber verdik. Önce DY davasından Kemal arkadaş çıktı. Bizim koğuşun hizasına yere battaniye serdi. Bizden önce güvenlik için Halil indi ve ilk o çıktı. Bir süre sonra ise Kemal arkadaşın işaretiyle sırayla inip hızla tünele girmek suretiyle çıkış sağlandı. Geride kalan arkadaşlara sabaha doğru hazırlanan ve üzerinde “O duvar, duvarınız vız gelir bize vız” pankartının pencereden aşağıya asılması söylendi.

– Kaçıştan bir gün önce bir yoldaş ile görüşmede kaçacağınızı söylediğinizde o bunun bir şaka olduğunu sanarak son ana kadar inanmamış, bu olay nasıl oldu?

– 1986 yılında yapılan açlık grevinden sonra böyle bir hak elde edilmişti. Haftada bir gün kadın tutuklularla görüşme imkanı vardı. Biz de sırayla bir yoldaşla görüşmeye gidiyorduk. Bizim davadan tek tutuklu kadındı. Kaçıştan bir gün önce ben, Halil ve Karakuş bu yoldaşın ziyaretine gittik. Yoldaş, her konuda bizimle tartışır, ne düşündüğümüz sorar, kendi görüşlerini de aktarırdı. Her görüşme politik bir atmosferde gelişirdi. 12 Eylül döneminde yakalandığında işkencede çok iyi sınav veren bir kadın militandı. Elazığ’da yakalanmıştı, sorguda kolu kırılmıştı.

Neyse, sohbetin sonuna doğru o akşam kaçacağımızı söyledik. “Bu son görüşmemiz” diye eklediğimizde önce bir durakladı. Şaka yaptığımızı söyledi. “Ne zaman başladınız, ne zaman bitti de bu akşam kaçıyorsunuz” gibi sorular somaya başladı. Biz de olup biteni anlattık. Ancak kalkacağımız zaman söylediklerimize inandı. Gözleri doldu, çok duygulandı. Her birimize sarılırken bizi bırakmak istemiyordu. O yoldaşla en son görüşmemiz böyle oldu.

– Bildiğimiz kadarıyla DY ve PY arkadaşlar yan havalandırmada buluyorlardı. O arkadaşlar HK koğuşuna nasıl geldiler?

– Bu arkadaşlar, dilekçe vererek bulundukları koğuştaki arkadaşlarıyla anlaşamadıklarını HK koğuşuna geçmek istediklerini talep ettiler. Ortam uygun olduğu için idare talebi kabul etti ve arkadaşlar iki hafta önceden HK bulunduğu koğuşa geldiler.

Özgürlük…

– Tüm arkadaşlar çıktıktan sonra askeri araziden çıkışı nasıl gerçekleştirdiniz?

– Çıkış tamamlandıktan sonra hemen ileride bir bina vardı. O binanın dibinde çamurlu elbiselerimizi temiz elbiselerle değiştirdik. Hiç vakit kaybetmeden hemen uzaklaştık. Sonradan buranın silah deposu olduğunu, o sırada askerler nöbet değişimine gittikleri için orada olmadıklarını öğrendik. Oradan uzaklaştıktan sonra hapishanenin dış duvarlarına asılan aydınlatıcı lambalar arazinin bir bölümünü görünür kılıyordu. Biz, bu mesafenin dışına çıkarak önce beş yüz metre kadar sürüklenerek yol aldık. Bazen koşar adımla, bazen normal yürüyüşle araziyi geçtik.

Belirlenen istikamete doğru giderken gireceğimiz mahallenin ışıkları görünmeye başladı. Çıkışa geldiğimizde mahallenin köpekleri etrafımızı sardı. Sokak köpekleri olduğu için tehlikeliydiler. Her an içimizden birini ısırma tehlikeleri vardı. İçimizden bir arkadaş köpeklere karşı hiçbir hareket yapmamamızı söyledi. Herkes olduğu yerde sabit bir pozisyon alarak beklemeye başladı. Bir süre sonra köpekler çekip gittiler.

– Mahalleye girdiğinizde sizi almaya gelen arkadaşları nasıl buldunuz?

– Biz mahalleye girdiğimizde hala insanlar sokaktaydı. Kahvehanelerde oturuyorlardı. Biz toplu olarak caddede bir-iki tur atık. Kimsenin de dikkatini çekmedi. Bir süre sonra bizi almaya gelen yoldaşlardan biri bize doğru geldi. Gelen tanıdık bir yoldaştı. Beraber hapis yattığımız bir yoldaştı. Onu görevlendirmişler. Arkasından PY’li arkadaşlar geldi. Bizi alıp asıl buluşma yerine götürdüler.

Buluşmaya DY gelmemişti. Onları da diğer örgütler aldılar ve herkes vedalaşarak ayrıldı. Bize iki araba tahsis edilmişti. Arabalara sıkışarak bindik. Getirilen silahlar arabalara bölüşüldü ve biz sabaha doğru Tekirdağ’da bir siteye gittik. Bu sitede bir arkadaşın evi bize tahsis edilmişti. Arkadaş bizi almaya geldi. Eve girmeden önce etrafı kontrol etti. Biz içeri girdiğimizde son girenleri site bekçisi görüyor ve arkadaşın yanına gelerek hal-hatır soruyor, arkadaş da Almanya’dan misafirleri olduğunu, onları karşılamaya gittiğini söylüyor. Bekçi, iyi geceler deyip uzaklaşıyor.

– Bu evde ne kadar kaldınız?

– Sanırım bir hafta kadar kaldık. Bu bir hafta içinde arkadaş bağ kuramadı ve bizi alacak asıl ekip gelmediği için süre uzadı. Biz arkadaşla bir anlaşma yaptık; her akşam eve gelmesini, saat 24’e kadar gelmediğinde evi terk edeceğimizi belirttik. Bir hafta sonra arkadaş beklediğimiz saatte eve gelmedi.

– Gelmeyince ne yaptınız?

– Aldığımız kararı hemen hayata geçirdik. Arkadaşlara evi terk edeceğimiz açıklandı. Herkes hazırlandı. Evi eski haline getirdik. Karakuş ve Halil dışarı çıkıp etrafı kontrol ettiler, sonra çıkmamızı istediler aşağı inip hızla siteyi terk ettik. Sitenin hemen karşısındaki yolu geçip araziye çıktık ve başladık yürümeye ama nereye doğru gidiyoruz bilen yok.

İçimizde M.Şaşkal o bölgede faaliyet yürüttüğü için bazı tahminlerde bulundu ve onu takip etmemizi istedi. 6-7 saat böylece yol aldık. Yol boyunca V.Balaban bulduğu ne kadar kirpi varsa çatasına doldurdu. Gerçekten de bu kirpiler sonra çok işimize yaradı. Sabah aydınlanana kadar yol aldık. En son her tarafı tarlayla kaplı bir arazide bulduk kendimizi. Bu arazinin tam ortasından bir dere akıyordu. Derenin etrafı çalılarla kaplıydı. Kamuflaj için çok iyi bir yerdi. Herkese bu çalıların içine girmesi söylendi. İkişer üçer kişi olarak çalılar içinde kendimize yer yapıp uykuya daldık. Öğlene kadar herkes uyuyup dinlendi. Yiyecek olmadığı için etrafta yemek için ot köklerden bir şeylerle karnımızı doyurmaya başladık.

Bir süre sonra karın ağrıları başladı. Yediklerimiz hepimize dokumuştu. Dereden su içerek ağrıyı biraz dindirmeye çalıştık. Akşam bir toplantı yaptık. Ne yapacağımızı tartıştık. Bağımız tamamen kopmuştu. Kimse nerede olduğumuzu bilmediği için bizimle bağ kurmaları imkansızdı. Daha önce YD üzerinden bir irtibat telefonu verilmişti. Bu telefon üzerinden bağ kurma şansımız vardı. Üç arkadaşı şehre gönderme kararı aldık. Karakuş, Adil ve A.Gülmez  görev aldı. Sabah şehre gittiler, Karakuş verilen telefonu arıyor, olup biteni anlatıyor ancak karşısına çıkan kişiyi bir türü ikna edemiyor. Bir süre sonra da telefon etmekten vazgeçiyor. O gün Karakuş ve Gülmez kalmaya karar verip Adil’i geri gönderiyorlar.

Geç saatte kadar bekledik, gelen olmayınca işlerin ters gittiğini anladık. Gece 24.00 gibi araziye çıkıp arkadaşları aramaya başladık. Bir süre sonra Adil’e rastladık.  Adil bize yakın bir mesafede yolu şaşırıp ters yöne doğru yürümeye başlamış. Onu ve sırtındaki torbayı alarak konakladığımız yere vardık. Adil olup biteni anlattı. Biz de yaşadıklarımızı anlattık. Veli’nin daha önce topladığı kirpileri ve gündüzden yakın bir göletten yakaladığı su kaplumbağaları ve Halil’in avladığı bir yılanı Adil gelmeden önce pişirip afiyetle yemiştik.

Bu karnımızı doyurmasa da açlığımızı epey bastırmıştı. Adil’in getirdiği yiyecekler de karnımızın tam doymasını sağladı.

– Arkadaşlar şehre gittikleri gün sizi bir köylü görüyor, refleksiniz ne oldu?

–  Evet, öğleden sonraydı. Arkadaşlar oturmuş sohbet ediyorlardı. Uzaktan bize doğru gelen bir traktör sesi duyduk. Arkadaşlar hemen yerlerine geçtiler, beklemeye başladık. Traktör gelip görüş mesafemizde durdu. Köylü traktörden inip bizim tarafa doğru yürümeye başladı. Bir taraftan da tarlaları kontrol ediyordu. Geldi, dereyi geçti. Birden Veli’nin gündüz avlayıp kafasını kesip sırt üstü yatırdığı kaplumbağaları gördü.

Bir an tedirginlik oldu. İyice etrafı kolaçan etmeye başladı. Halil’le köylüyle konuşmaya karar verdik. Yerimizden çıktık, köylüye selam verdik. O da bize selam verdi. Arkasından “burada ne yapıyorsunuz?” vb. sorular sormaya başladı. Aşağı köyden olduğumuzu, pikniğe geldiğimiz söylesek de bunlara inanmadı. Bir süre sonra bize “siz onlardan değil misiniz?” diye sordu. Biz “kim onlar, biz kimiz ki?” diye karşı sorular yöneltsek de köylü açıktan “Metris firarileri değil misiniz?” dedi.

Televizyonun her gün hakkımızda haberler verdiğini, köylülerin bizi konuştuğunu söyledi. Bir an önce burayı terk etmemizi, aksi durumda bir-iki gün sonra köylülerin tarlalarını sürmeye gelebileceklerini, gelmeleri durumunda bizi göreceklerini, bunun bizi tehlikeye sokacağını söyledi. Akşam tekrar geleceğini belirtti. Köylülere tarlaların hala çamur olduğunu, bu durumda sürülemeyeceğini söyleyip onları bir-iki gün oyalayacağını söyledi. Bir karar vermemiz gerekiyordu. Köylüyü misafir etmemiz durumunda büyük bir risk almış olacaktık.

Köylü dönmeyince onu aramaya çıkacakları kesindi. Onu bırakmaya karar verdik. Köylü gittikten sonra arkadaşları topladık. Konuşmaları aktardık. Bir karar vermemiz gerekiyordu. Ya hemen orayı terk etmemiz ya da ne olursa olsun şehirden gelecek yoldaşları beklememiz gerekiyordu. Ayrılıp yoldaşları geride bırakmayı ihanet saydık ve kalmaya karar verdik.

Köylü bizi ihbar eder ve polis ya da jandarma gelirse çatışma kararı aldık. Köylü akşam geri geldi. Elinde büyük bir peynir kalıbı vardı ve ortaokul coğrafya kitabından kesilmiş bir harita getirmişti. Köylüleri ikna ettiğini aktardı. Fazla bir şey getirmediğini, aksi durumunda dikkat çekeceğini söyledi. Getirdiği haritadan bize bir yol tarifi yaptı. Haritandan Meriç nehrine doğru yürüyüp oradan Yunanistan’a geçebileceğimizi anlattı. Bir süre sonra da geri döndü.

– Şehirdeki arkadaşlar ne zaman geri geldiler?

– Ertesi gün akşama doğru geldiler. Hızlı bir şekilde olup biteni anlattık. Onlar da başlarından geçenleri aktardılar. Gelirken biraz alışveriş de yapmışlardı. Yapılan plana uygun olarak da ertesi gün iki araba gelip bizi dörder kişi olarak alıp tekrar İstanbul’a getirdi ve evlere yerleştirdi. Böylece haftalardır seyyar olarak yaşadığımız macera da son bulmuş oldu.

– İkinci sevkiyatta dokuz kişi yakalandı, bu nasıl oldu?

– Evet, bu firar eylemimize büyük bir darbe oldu. Aylarca çalışıp, onca badireyi atlattıktan sonra gereksiz bir ifade yoldaşların yakalanmasına sebep oldu. MŞ, Yunanistan tarafına geçtiğinde Yunan polisi onu yakalıyor ve sorguluyor. “Başka gelecekler var mı?” diye soruyor, o da “evet var” diyor. Yunan polisi bu bilgiyi hemen Edirne polisine bildiriyor. Edirne polisi de o bölgede bizim davadan yargılanan arkadaşın bu işin içinde olabileceğini tahmin ederek, gidip o arkadaşı gözaltına alıyor. Arkadaş sorguda çözülüyor ve geliş günü, saati ve buluşma yerini söylüyor. Polis bekliyor ve arkadaşlar geldiğinde de hepsini tutukluyor. Tabi bu durum moralimizi çok bozdu.

 

“Yolumuza devam ediyoruz!”

– Son bir soru… Proletarya partisi ellinci mücadele yılını geride bırakıyor. 50 yıllık mücadele tarihini değerlendirdiğinizde kısaca ne söylemek istersiniz?

– Bu çok kapsamlı bir soru. Elli yıllık bir tarihten söz ediyoruz sonuçta. Bu tarihi yazdığımızda ciltler dolusu kitap ortaya çıkar. Proletarya partisinin önünde böyle bir görev de hala duruyor. Dönem dönem kısa tarihi değerlendirmeler yapılsa da bütünlüklü bir tarih muhasebesi yaptığımızı söylemeyiz. Tüm komünist partilerin tarihinden öğrendiğimiz çok şey var. Çin, SBKB, Vietnam vb. bunlar öğretici derslerle dolu. Öyleyse proletarya partisinin de kendi tarihiyle dünya komünist hareketine deneyimini aktarması gerekir.

Bugünden bakılarak bir değerlendirme yapmanın oldukça eksik kalacağını düşünüyorum. Bana göre proletarya partisinin çok büyük başarılara imza attığı dönemler ve gerilediği dönemler hep iç içe oldu. Sadece bugünden bakarak, “pek bir şey yapmamışız” demek proletarya partisine büyük bir haksızlık olur. Başarı ve başarısızlıkları kendi koşulları için de değerlendirmek gerekir.

Kısaca şöyle bir değerlendirmede bulunmak istiyorum. 24 Nisan 1972, Türkiye devrim tarihinin 50 yıl sonra yeniden doğru bir rotaya girdiği bir tarihtir. Kaypakkaya yoldaş geçmişin mirasını iyi bir şekilde özümseyerek proletarya partisini kurdu. Proletarya partisi kendi döneminin ihtilalci geleneğiyle aynı ortak paydada birleşse de onu diğer yapılardan ayıran temel ayrışım noktası sistemle köklü bir kopuşu gerçekleştirmiş olmasıdır. Bu tamamen ideolojik bir duruştur. 1972 kopuşu ile ileri atılan bu adımın bir yıl sonra kesintiye uğraması bu proletarya partisinin belki de en büyük “talihsizliğidir”.

Birinci yenilgi olarak değerlendirilen bu sürecin nedenleri objektiftir. 1974 ve sonrasını proletarya partisinin yeni bir toparlanma ve atılım yılı olarak belirleyebiliriz. Fakat bu süreç, 1976 yılında bizzat proletarya partisinin tepesinden partiye karşı darbe yapılarak sekteye uğratıldı. Fakat kökleri derinde olan, ideolojik olarak sağlam zeminde duran proletarya partisinin kadro ve militanları örgüte sahip çıktılar.

1978 yılında bu çaba, özveri ve kararlılık birinci konferansla taçlandırıldı. Birinci konferans ülke ve yurtdışında çok büyük bir moral oldu.

Proletarya partisi 1978 ile 1980 arası iki yılda beklenmedik bir hızla gelişti, büyüdü. Gerçekleştirdiği eylemlerle düşmanın dikkatle takip ettiği bir örgüt oldu. Devrimci örgütlerin de taktirini kazandı, işçi sınıfı içinde hatırı sayılır bir örgütleme gerçekleştirdi. Gençlik ciddi bir güç oldu. Gençlikten çok değerli kadrolar çıktı. 1979 ortalarında önderlik gereksiz bir tartışmayla proletarya partisi içinde bir kaynamaya neden oldu. “Barışçıl dönem”, “hazırlık dönemi”, “ülkenin sosyo ekonomik yapışı” vb. konularda açtığı tartışma Mayıs 1980’de GKK’nın örgütten kopmasını getirdi.

GKK, batıda belli bir gücü arkasından sürükledi. Önderlik bu süreci yönetemediği gibi kendi eliyle ayrılığın sebebi oldu. Ayrıca önderlik 12 Eylül’ün ayak seslerini de duydu fakat tedbir almadı. Proletarya partisi cuntaya hazırlıksız yakalandı ve ikinci yenilgisini aldı. 12 Eylül döneminde örgüt içeride ve dışarıda direndi. Kırsal alanda gerilla bir tutkal görevi gördü. Güç zayıflasa da faaliyetler aralıksız sürdü.

1986 yılına kadar devam eden bu durum, yeni bir tartışmayı da beraberinde getirdi. DABK bu dönemde ikinciler (İkinci Merkez Komitesi dönemi) ile yürümeyeceğini, üçüncü konferansa gelirlerse katılmayacaklarını, tümünün delegelik ve üyelik haklarının alınmasını dayatıyor ve konferansın Dersim’de yapılmasını istiyordu. Bu tartışmaların sürdüğü dönemde Dersim’de 9 delege katledildi. Proletarya partisi büyük bir kaos yaşadı. DABK’a o saatten sonra taviz vermek ölüm anlamına gelirdi. Nihayet üçüncü konferans, DABK katılmadan geçekleşti.

Proletarya partisi üçüncü konferans sonrası ciddi bir gelişim sağladı. Dördüncü konferans yapıldığında hem batıda hem de kırsal alanda önemi bir güç biriktirdi. Ciddi eylemlere imza attı. Gençlik faaliyeti çok önemli bir güç kazandı. Birçok genç kadro faaliyet içinde konumlandı. Kırsal alanda gençlik önemli görevler üstlendi. Teknik olarak proletarya partisi birçok yeniliği mücadeleye sevk etti. Bu kadar gelişim gösterilen bir dönemde 1992 yılında aceleyle gerçekleştiren birlik, proletarya partisini ileri taşımak bir yana yeni sorunlara neden oldu.

1994 ayrılığı, örgütte güç kaybını beraber getirdi. 1994 sonrası yeniden toparlandı. Karadeniz ve Dersim açılımı, yeni bir atılımı birlikte getirdi. Ancak önderlikler bu süreci iyi yönetemediler. Karadeniz tasfiye oldu. Sonraki önderlikler süreci tersine çevirmede yetersiz kaldılar. 2017’de ise proletarya partisinin yönetimindeki azınlık bir grup darbe yapmaya kalktı. Ancak kadrolar ve taban buna cepheden tavır aldı. Ve kuruma sahip çıktı. Bu anlamda birinci kongre yeni bir atılımın adımı olarak tarihi bir yerde duruyor.

Son olarak söylemeliyim ki, tüm yaşananlara karşın proletarya partisi yoluna devam etmekte kararlıdır. Başka bir şansımız yok. Proletarya partisinin istediğimiz yerde olmaması, onun kararlılığına gölge düşürmez. O, kararlıdır ve devrimi gerçekleştirmeye adaydır.

– Teşekkür ederiz.

– Ben de teşekkür ederim.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu